1972 baharı , köyümüzün ;o yemyeşil huzur
beldesinin güzel bir baharını daha yaşıyoruz.Başımızda esen
delikanlılık çağının kavak yellerinin, insanı kendinden
koparıp; dizginsiz delice koşulara yönelten egemenliklerinin
altındayız.Baharın ve onun delişmen kokularının sarhoşluğunu,
köyün tekmil gelinciği,papatyası,çiçeğe durmuş ağaçları koro
halinde destekleyip ; daha da arttırıyorlar
0kuldan
çıkmış gurup halinde yürüyoruz köye doğru.Altı yedi kişi
varız. Bu canım bahar havasında kim evi,dersi düşünecek.
‘’Altınfıçı’da’’
patates tavalı ,biralı,Marmara manzaralı bir ellibir partisi
hayali bizi mıknatıs gibi çekiyor . Orada çaycı
Necati’nin
kıvırcık
saçlarına dokunup (nedense çok kızardı buna) onu
dellendirmek,garson Kambur İhsan abimizi işletmek te işin
tuzu biberi olacak.
Birdenbire, ben Münih Olimpiyatlarına
katılacağım dedi. Ani bir sessizlikten sonra bir ikimiz
nasıl filan diyebildik - Hayal aleminin çok geniş
olduğunu,çocuksu hülyalar denizine sürekli yelken bastığını
bilmemize rağmen şaşırmıştık yine de,bu kadarını da
hiçbirimiz beklemiyorduk doğrusu - Cevap olarak ta
atletizm’de yanıtını aldık.Şaşkınlık içinde yeniden suskun
kalmıştık ki bizim Can Baba(rahmetli Can Sav)cüssesinin tam
zıddı olan o koca ve kalın sesiyle:Hasssss……
diye başlamıştı ki böğrüne hafif bir dirsek atıp
susturdum.Aramızda hiç konuşmadan böylesi değerli bir maden
olan arkadaşımızı ,yine ve yeniden işleme fırsatının
sevincine garkolduk.
Artık yeni bir oyun başlamıştı.
Yahu nasıl olacak,nasıl yapacaksın diye
meraklı bir şekilde hepimiz tahrikkar biçimde sormaya
başladık,kaç metreyi düşünüyorsun,milli takıma nasıl
katılacaksın gibi sorular da ardından geldi.
Allah selamet versin bizimki; gayet ciddi
olarak , hazırlanmaya başlıyorum,deneyeceğim 400, 1500
hangisinde daha başarılı olursam ona katılırım dedi.
Artık bize,aslında çok temiz kalpli ve saf
olan bu arkadaşımızın hayallerini yıkmak yakışmazdı, aksine
bize yakışan gerçek birer Yeşilköy’lü olarak desteklemekti
onu.
Umut ;sen yaparsın,yeter ki iste,azmin
elinden bir şey kurtulmaz,zaten atletik bir yapın var,iyi
koşuyorsun gibi ara gaz ve nağmelerle başlamıştık
destek-dolduruş faaliyetine.
Bu meyanda Umut’ta da bir hareketlenme
başlamıştı,vücudu yarış çıkışındaki bir atlete dönmüştü
adeta.
İş son bir ateşlemeye kalmıştı ,içimizden
birinin: Umut şöyle bir koşsana biz de zaman tutarız bir
denemiş olursun!
Demesiyle ateşlenmişti fitil.Serbesti
caddesindeydik bulunduğumuz yerden Postaneye kadar olan
mesafeyi tahminen kararlaştırdık,birimiz saatinin
kronemetresini tuttu,birimiz verdi çıkış komutunu.
Kim tutardı onu artık canla başla,kan ter
içinde vardı Umut bitiş çizgisine.Ardından yetiştik biz de
nefes nefese.Tahmini bu mesafede sonuç tabii ki ilçe bazında
bir şampiyonada bile olsa sonunculuktan da geride kalırdı
kesinlikle.
Ama arkadaşımız azmetmişti bir kez ve de
kararlıydı işte.Bize düşen ise şevkini kırmamak
,desteklemek ve yardım etmekti şimdi.
Bundan sonraki günler ise bizler teknik
heyet olarak arkada ,o önümüzde köyün sokaklarında muhtelif
parkurlarda koşuyla ve saniye tutmakla geçti.Nisan sonları
başlayan bu muhabbet Mayıs sonlarına kadar sürdü.Köyün o
zamanki nüfusunun az oluşuna ve sokaklarımızın tenhalığına
rağmen , bu garip manzara köyümüz insanına tuhaf geliyordu.
Önde atletimiz, arkada Umuda çaktırmadan ,gülmekten katılma
raddelerinde bizler .Nasıl tuhaf gelmesindi ki.Okul tatile
girdikten bir müddet sonra köyümüzün iftihar vesilesi
olabilecek olimpiyat şampiyonu adayımız gözden kayboldu ve
bir ara da çıkmadı piyasaya.Biz mevzuyu unutmuş; başka
muhabbetlere,küçük ve tatlı ama zararsız seseriliklere
dalmıştık kendi çapımızda.Köyün bu konudaki bereketli insan
kaynağı ve elimizdeki portföy ,Umudu aramamıza mahal de
vermemişti zaten.
Güzel bir yaz akşamüstü Mehtap Çaybahçesinde
toplanmıştık mutadımız üzre.Tavla oynamakla, çay bahçemizin
kenarındaki çiçekleri sulayan Ahmet abimizle muhabbetle,
onun oğlu Erol’u kafaya almakla,garson Kemaloş'a
takılmakla,beyaz yirmibeş kuruşlarla müzik dolabından müzik
dinlemekle,Gül ablamızın büfesinden o nefis
kaşarlı-domatesli sandöviçleri taam etmekle yoğun bir
meşguliyet içindeydik.Köyün bütün renkleri,renkli isimleri
birer birer sökün ediyordu.Gırlaydı şamata,tam gazdı
eğlence.
Güneş hafiften köyün semalarından Florya’ya
doğru yatmış,kızıl perçemlerini marmara’mızın maviliklerine
dökmeye başlamıştı ,bir sevgilinin dizlerine usulca başını
koyarcasına.
Biz akşama Reks’le ilgili muhabbetteydik ki
.O kapıdan göründü.Şampiyon adayımız geldi masaya yerleşti.
Sonra ne mi oldu? Tabii ki hiçbirimiz o
dönemin terbiyesi ve delikanlılık raconu çerçevesinde ne
Münih Olimpiyatları’ndan ,ne atletizmden bahsetme
acımasızlığı içine düşmedik.Nasılsa 1976 olimpiyatları da
vardı bu işin, ya da daha evvel
çıkardı birşeyler nasılsa .Köyümüzde ne böyle güzel ,tatlı
ve naif dostlar,ne de onların bize sundukları sonsuz
fırsatlar ve maceraları biterdi.
Mübarek köyün havasımıdır suyumudur bir türlü
çözemedim.Bereketlidir bu konuda köyümüz.Bizden eskiler öyle
rivayet ederlerdi ki ; köye ayak basmasa dahi trenle
geçerken köyümün havasını soluyup etkilenen ve köyümün bu
renkli tiplerine benzer hallere düşen vatandaşlar da
olurmuş.
Köy, eski köy olmasa da bahar geliyor yavaş
yavaş,köyün sokaklarının çiçek kokulu çağrıları ,çılgınca
şarkılarla cezbedecektir ve davet edecektir sizleri.Durmayın
uyun bu güzel davete, çıkın o isimleri birbirinden güzel
sokaklarımıza.Belki de özlediğiniz geçmişinizi ya da daha
doğru bir deyişle kaybolmuş gençliklerinizi bulursunuz.Haaa,eğer
birisi önde öbürleri ardında koşup duran bir avuç
delikanlıya rastlarsanız ; onlara bir selam verin lütfen
,benim de selamımı iletin hem onlara hem de başlarında esen
kavak yellerine
|