(Sener Köksümer)
efemerist@gmail.com
|
1962 yazında çetemizi kurmuştuk Doğan, Tuncay, Hasan, Kokor, Simon,
David, Cengiz, Nejat, Necip, Ali ve ben. Biz istasyon civarı
çocuklarıydık, daha sonra bir çok çocuk daha katıldı çetemize ve
her geçen gün büyüdük. Çingene mahallesi ve Balıkçı Mahallesi
çocukları ile hemen her gün savaşırdık. Bu savaşlar ya patlangoç
ya da at kestanesi ile yapılırdı ufak tefek yaralanmalar da
olurdu. Patlangoçlarımızı Yeşilköy’de bol bulunan ve çok pis kokan
(Osuruk) ağacından yapardık, bu ağaçtan beş santim civarında bir
dal keser ortasındaki damarı boşaltırdık daha sonra nalbur Simon
Amca'dan altı santimlik büyük birer çivi alır bu çiviyi 3x5 Cm.
lik tahtaya çakardık. Çitlembiklerin yeşil zamanı ceplerimizi ve
ağzımızı yüzlerce çitlembikle doldurup savaşa giderdik. Kestiğimiz
dalın iki uç boşluğuna sıkıştırdığımız çitlembikleri çivili
tahtamızla tazyikle iterdik, müthiş bir sesle patlayan çitlembik
eğer isabet ederse bir hayli can yakardı. Hemen her sokakta
bulunan atkestaneleri de diğer savaş malzememiz idi bunları da
toplar, siperlerden birbirimize atardık. Ve fakat bugün barış ilan
ettiğimiz gün, yani çetelerin tatil günü, kimse kimseye
bulaşmayacak planımız önce plak fabrikası bahçesi daha sonra Çiroz
ve gece Reks Sineması. Sabah erken kalktık Şaban Amca'nın İstasyon
Büfesi önünde toplandık, malzemeler kontrol edildi. Naylon
eski kadın çorabı, kibrit, tuz, sapan, olta ve çakılarımız bu
malzemeler olmadan araziye çıkılmazdı. Fakat yola çıkmadan önce David'in
yüz kiloluk annesi bağıra çağıra gelerek naylon çorabının tekini
geri aldı.
Önce plak Fabrikası'nın
devasa bahçesine giderdik, burada dünyanın en doğal en güzel
meyveleri vardır erik, kayısı, dut, kiraz, incir ağaçları pıtrak
gibi meyve dolu midelerimizi bunlarla doldurduktan sonra sıra
mutlaka ısırgan otu yemeye gelirdi. Isırgan otunun
gövdesini çakıyla kestikten sonra kabuklarını soyup tuz ekerek
yerdik müthiş lezzetliydi, yıllar sonra bunun çok faydalı olduğunu
öğrenmiştim. Bu bahçede geçirdiğimiz çok keyifli iki saatten sonra
doğru Çiroz'a önce yüzme, şakalaşma, kaydırak daha sonra da
avcılık. Oltalarımızla Lapin, Kaya Balığı, İspari tutardık en
fazla da "Sümüklü" dediğimiz Horozbina balığı takılırdı
oltalarımıza bu da bizi sinir ederdi. Yanımızda getirdiğimiz
naylon kadın çoraplarıyla bazılarımız kaya diplerinden bol
miktarda karides tutarken diğerleri midye çıkarırdı. İki kaya
arasında yaktığımız ateş üzerine bir teneke koyar, midye ve
karidesleri burada pişirip yerdik. Kendi suyunda pişen o
midyelerin lezzetini asla unutamam. Akşamüstü pür neşe evlerimize
döner, bir iki saatlik uykudan sonra Reks sineması için geceyi
beklerdik. Yeşilköy biz çocuklar için dünyanın en büyük
bahçesiydi, asla kaybolma gibi bir sorunumuz yoktu bu nedenle
hiçbirimizin ebeveyni çocuklarını merak etmezdi. Sapık, tinerci,
kapkaççılık gibi sorunları bilmezdik ve hatta bize çarpacak bir
otomobil bile yoktu köyümüzde, ama bana Tanik Amca'nın faytonu
çarpmıştı. Ve aradan sadece 46 yıl geçti şimdi Yeşilköy'e gelmeye
çekiniyorum çocukluğumda canımı yakan ne atkestanesi, ne yüzümde
patlayan patlangoç ne de Tanik Amca'nın çarptığı fayton şimdi ki
Yeşilköy gibi canımı acıtmadı. Sevgili Bülent'in önderliğinde
grubumuzun çok değerli üyeleri Yeşilköy için çırpınıp duruyorlar,
fotoğraflar gönderiyorlar, her bakışımda canım bir kez daha
yanıyor, yitirdiğim köyüm için hüzünleniyorum.
Sener Köksümer
efemerist@gmail.com
|