Metin Kardeşim ne güzel anlatmışsın,evet belki
yeni Yeşilköylü dostlarımız '' bıktık sizin bu aynı konu
muhabbetinizden'' diyebilirler ama eski bir
reklam sloganı vardı:'' Hiç aklımdan çıkmıyor ki...!'' misali
biz bunları yazıp okumaktan hiç bıkmayacağız.Evet bunların hepsi
gerçek ve bizim
kuşaklar bunları birebir yaşadı.
Sener kardeşimin de gecen gün yazdığı gibi Yeşilköylü
,çocukluktan denizle içiçe yaşardı.Bazı günler sekiz on saat bot
veya sandalla denizde kaldığımız
olurdu ki akşam yattığımda sabaha kadar yatağın deniz misali
dalgalandığını hissederdim.Her zaman iyi kötü bir sandalımız ya
da arkadaşlarımızın bir
teknesi olmuştu.Şimdiki dönemler gibi mülkiyet duygusu zirvede
değildi.Dostluk komşuluk içre, gönüllü bir paylaşım sistemi
egemendi.Tutulan balıklar dağıtılır paylaşılır. Bahçemizdeki
sebzeler meyveler komşularla bölüşülürdü.
Bereketli günlerdi ,belki çok şeyimiz yoktu ama , ''çoook ''
şeylerimiz vardı.Bir kot pantolon,bir spor ayakkabı sahibi olmak
zor zanaattı.Metin ve Yusuf hatırlar mahalle takımı ( çimen
spor' ) mız'ın formalarını beyaz fanilaları , leğende
sulandırdığımız' 'VİKTORYA'' toz boyaları sayesinde elde
ederdik.Ama keyifli maçlarımız olurdu, diğer mahalle takımlarıyla
iddialı maçlar yapardık.
Çok
bereketliydi hayat su kuyudan,sebze meyve bahçeden,balık
denizden.Hem de ne balık .Metin saymış işte envai çeşit.Çapariye
çıktığımızda 15-16 lı çapariler daha suyun altına 1,5 kulaç
inmeden dolardı.''Kolyeee !'' diye bağırıp çekerdik,livarı
yetmezdi teknelerin.Akşam tüm mahalle tava balık kokusuyla
parfümlenirdi adeta.
Mahalle arkadaşımız Rıza Yüzbaşıoğlu (Rahmetli Şeytan Rıza) 'nun
usta zıpkıncılığı sayesinde karagözler,sinaritlerle şenlenirdi
midelerimiz.Pavuryaları eliyle koymuş gibi,daldan meyve toplar
misali toplardı denizden rahmetli.Bir ara öyle şımarmıştık ki
sadece kıskaçlarını yer,kalanını atardık canım pavuryaların.
Dediğim gibi olanın kabul edildiği,onunla yetinilen;hırsların
akılların önüne çok ta düşmediği günlerdi.Lüks olan ve bizi çok
mutlu eden şeylere örnek derseniz; lambalı radyodan
transistorlusuna geçmek.Teldolabından buzdolabına terfi,kuyudaki
emme basma tulumbadan motora geçmek diye sıralayabilirim. Şimdiye
dönersek ;galiba gençlerimiz üç ay önce almış olduğu ipod un bir
üst versiyonunu görünce dertlenip hüsrana düçar oluyor.
Neyse saklambaçları,çakıllı ve doğal sahilimizdeki midye
kebaplarımızı,bisikletlerimizi,çay bahçelerimizi filan bir daha
tekrar edip kafanızı şişirmeyeyim.
O
zamanlar bizler ,o hayat hep aynı şekilde devam edip gidecek
zannetmişiz meğer.Ne yazık ki gerçekle öylesine uyuşmadı bu saf
ve naif düşüncelerimiz.Gün geldi ani bir sis bastı hiçbir şeyi
göremez olduk.Sanki derin bir uykunun koynuna çekti bizi zalim
beyazlık,rüya alemlerine yolcu etti.
Sisten çıktık, o derin uykunun koynundan sıyrıldık ki...
İşte
tatsız gerçekle kaldık yüz yüze: Ne köy bizim eski köyümüzdür
gayri,ne İstanbul o eski İstanbul.
Bir
Yeşilköy Masalı'nın da sonuydu bu .Şimdi bir anılar kalmış elde,
bildik ama birbirimize anlatmaktan asla vazgeçemeyeceğimiz.Bir
de masaldan bölük
pörçük bölümler.
Elden bir şey gelmiyor.
Sevgi içinde kalın,o eski masal köyünü ve o köyün güzel masalını
asla unutmayın ve yad edin ki anılarımızda yaşamaya devam
eylesin hiçteyse.Bu da
bir şeydir değil mi?
ENGİN BOZDAĞ 29/07/2010
|