Sal 04 Tem 2006, 02:07
Bülent üstadım, merhabalar..
http://www.wowturkey.com/forum/viewtopic.php?p=284863#284863
Sizin oralardan kalan, 35 sene evvelinden hatıralarımdan
birisi...
Çocukluğumun vazgeçilmezlerinden birisi de, belli zamanlarda Yeşilköy'deki dayımların evine misafirliğe gitmekti. Oraya gitmek, birtakım ritüellerin yaşanması açısından da çok eğlenceliydi. Önce Sirkeci' ye troleybüsle inmek, ardından Banliyö Treni'ne binerek Yeşilköy'e gitmek.. Veee, en önemli an: İstasyonda inince, hemen yolun kenarından sırayla kalkan Fayton'lardan birine binmek... Evet, o yıllarda Yeşilköy tren istasyonunun yanında sıra sıra faytonlar beklerdi. Trenden inenlerin bir kısmı, son derece makul bir fiyata Yeşilköy içinde diledikleri yere giderlerdi.
Dayımların, bahçe içindeki etrafı ağaçlarla çevrili, bembeyaz boyalı, köşk eskisi iki katlı evleri, Andelip veya Akamber sokaklarından birindeydi yanılmıyorsam. Faytonlardan biri hemen tutulur, Yeşilköy'ün akasya ve çam kokulu çıt çıkmayan sokaklarında, sadece atların nal şıkırtıları eşliğinde 5-10 dakikalık harika bir yolculuk başlardı. Kahverengi, siyah, mavi veya kırmızı muşamba şiltelerin üzerine kurulunur, hafiften arkaya kaykılınır ve faytoncunun arabayı harekete geçirmesi, dikkatle takip edilirdi. Mutlaka gidiş istikametinde oturmak isterdim. Çünkü, böylece karşıdan gelmesi muhtemel diğer faytonları da görme şansım olurdu. Arada bir sokak aralarından fırlayan kedileri kaçırmak için faytoncu çanını çalardı. Bu ses, civar evlerin duvarlarında inceden yankılanırdı. Devâsâ ağaçların üzerini şemsiye gibi örterek gölgelediği, paket taşlarla kaplı, Yeşilköy'ün o daracık sokakaralarında devam eden, tadına doyum olmayan bu yolculuk, o yıllarda benim için ne kadar da değişilmez özellikte ve de güzellikteydi Yarabb'im!...
İstanbul'un sıcak ve nemli yaz öğlenlerinde, faytonun üzerine gerilen muşamba veya kumaş tenteler, güneşin üzerimize gelmesini engeller, arabanın hızıyla orantılı olarak hafiften bir rüzgâr yüzümüzü yalardı. Tenteyi tutan metal/ahşap karışımı üst iskeletin etrafına da boydan boya evlerdeki perdelerin yanlarına iliştirilen püsküllerden takılmış olurdu. Fayton gittikçe, tenteyle aynı renkteki bu püsküller sağa-sola salınırlardı. Faytoncu, müşteri koltuklarından biraz daha yüksekte otururdu. Arkadan bakılınca, sadece poposu görülürdü. Sürücü mahallinin her iki yanında süslü birer de fener monte edilmiş olurdu. Herhalde gece yolculuklarında far niyetine yakılan ışıklandırma tertibatıydı bunlar. Akşamları dönerken faytonlarda bu ışıkların yandığını hiç hatırlamıyorum. Çünkü dönüş yolculuklarında, annemin ya da rahmetli babamın kucaklarına kaykılarak, mutlaka uyumuş olurdum.
Yeşilköy sokaklarının her iki cephesi boyunca sıralanan çamlardan yere dökülen kozalaklar, arada bir faytonun tahta tekerlekleri arasına sıkışır ve belli belirsiz çıtırtılar eşliğinde ezilirdi. Atların tamamı tımarlanmış, tüyleri parlatılmış, başlarının her iki yanına siyah deri sabitleyiciler takılmış olurdu. Bir de arkalarına gübre torbaları bağlanırdı. Bu torbalardan yayılan kokular, nedense faytondakileri rahatsız etmezdi. Zaten faytona binmenin en eğlenceli taraflarından birisi de, gübre kokusunun, ağaçlardan ve etraftaki evlerin bahçelerinden yayılan türlü çeşit çiçek kokularıyla harmanlanmasını ciğerlere çekmekten geçer. O belli belirsiz kokuyu duymazsanız, faytona binmiş sayılmazsınız.
Hiç bitmesini istemediğim o mükemmel yolculuk, maalesef bir süre sonra sona erer ve faytoncu at arabasını dayımların bahçe kapısının önüne çekerdi. İnmek de binmek kadar biraz akrobasi isterdi. arabanın yaylı aksamından ötürü hafifçe sağa-sola yalpalamasından dolayı istenmeyen bir kazanın önüne geçebilmek için, ailenin yaşlılarının elleri, daha önce arabadan inenler tarafından tutulur, yavaş hareketlerle fayton terkedilirdi. Ücret ödenip, faytoncuya hayırlı işler dilendikten sonra, o da nazikçe müşterilerini kısa bir çan sesiyle selâmlayarak, hoş fayton tıkırtılarıyla İstasyon'a doğru geri dönüş yoluna girer, evin solundaki sokaktan saparak gözden kaybolurdu. O yıllarda, büyüyünce mutlaka itfaiyeci olma isteğim, Yeşilköy misafirliklerimizde nedense faytonculuktan yana çevirirdi bu ibreyi...
Aynı törensel yolculuk, gece dönerken de tekrarlanır, lâkin yukarıda da zikrettiğim gibi, bu yolculuk gündüzki kadar zevkli olmaz, ya hava alacakaranlığa bürünmüş olur, ya da günboyu süren hareketliliğin vermiş olduğu yorgunluğun gözkapaklarıma yaptığı baskı, uykunun bir adım öne geçmesine sebep olur, mayışır, etrafa bakarken dalıp giderdim. Gözlerimi açtığımda ise, ya eski bir E8000 serisi Banliyö treninde, ya da Sirkeci Garı'nda olurduk.
O günlerin manevî lezzeti ruhûma öylesine işlemiş ki, kimi zaman duyduğum eski bir müzik veya bir nal tıkırtısı, beni alıp otuzbeş yıl evveline götürüyor, o ânları yeniden yaşamama sebep oluyor...
Artık Dayı'm da yok, Yeşilköy'deki o ev de...
Belki, günümüzde Yeşilköy'de fayton da yoktur?!...
İbrahim Akın KURTOĞLU